Çorlu Evde Masaj Hizmetleri – Masör Ece

Çorlu Evde Masaj Hizmetleri – Masör Ece

Çorlu Evde Masaj geldiğin zaman bunu düşünecek bol bol vaktimiz olacak” dedi. îçimden kızdım gülümsemesine. Beni, tartışılmaz, sarsılmaz bir mantığın manastıra çektiğini biliyordum: iyi mi olurdu da, insan, aslabir şeye kavuşmamayı, her şeye erişmeye yeğ tutardı? Düşlediğim bu gelecek, pek işime gelen bir temize çıkma oldu benim için. Seneler yılı, iyi mi olsa günün birinde rahibe olacağım avuntu-‘ suyla, bu dünyanın tüm nimetlerini tattım.

Çorlu Evde Masaj yaz köyde geçirdiğim iki buçuk ay içinde, mutluluğum zirve noktasına ulaşırdı. Annem, köye gittiğimizde, Paris’tekinden daha rahat, daha huzurlu olur; babam benimle daha çok ilgilenecek vakit bulur; ben de bolca bolca okuyup, kardeşimle oynamanın hazzını çıkarırdım. Cours Desir’i özlemezdim. Çalışmanın yaşamıma verdiği gereklilik duygusu, tatilde uçup giderdi. Artık, süreım, belirli bir düzenin kısıtlamalarına nazaran ayarlanmaz; onun yerine, gözlerimin önünde alabildiğine uzanan ufukların sonsuzluğu tüm günlerimi doldururdu. Ufukları, kimsenin yardımı olmaksızın, kendi başıma fethederdim.

Orda, büyükler, dünyayla benim arama giremezdi. Yıl süresince pek nadir elde ettiğim yalnızlık ve özgürlük, köyde sonsuzdu; doyasıya soluklardım o yalnızlığı, o özgürlüğü. Köydeyken, tüm isteklerim bir araya geliyor ve gerçekleşiyor gibiydi. Geçmişe bağlılığım, soyluluk ve erdem duygum, aileme olan sevgim ve gittikçe gelişen bağlarımsızlık duygum; hep bir arada yoğunlaşıyordu. Tatilin başında, çoğu zaman birkaç hafta Grilliere’de kalırdık. Şato, bana uçsuz bucaksız ve ezelden beri varmış şeklinde gelirdi.

Çorlu Evde Masaj

Çorlu Evde Masaj elli yıl önce yapılmıştı. Ama elli yıldır koca yapıdaki bir tek çöpün yeri iliştirilmemiş; aslabir şey yenilenmeden bırakılmıştı. Aslabir el tutup da, geçmişin tozlarını silmeyi düşünmemişti. Eski yaşamların kokusu gelirdi hâlâ burnumuza. Tuğla döşemeli salonda, av hayvanlarının boynuzları aslolanıydı. Hepsi de pırıl pırıl bakırdandı bu boynuzların. Artık geri gelmesi mümkün olmayan sürek avlarının görkemini yansıtır gibiydiler, ^do odası denilen ve çoğu zaman bir araya toplanıp oturduğumuz odada, saman doldurulmuş tilkiler, çaylaklar, şahinler, şu demek oluyor ki kana susamış bir törenin izleri dururdu.

Odada bilardo masası yoktu artık. Kocaman, oymalı bir şömine, her süre büyük bir titizlikle kilitlenen bir kitaplık, av dergilerinin orasına burasına yayıldığı bir büyük masa dururdu. Odanın çevresinde, üzerlerinde sararmaya yüz tutmuş fotoğraflarla, tavus kuşu tüyleriyle, deniz kabuklarıyla, kilden yontularla, aslabir süre yakılmayan lambalarla dolu ufak minik sehpalar vardı.

Yiyecek odasının dışındaki odalar pek nadiren açılırdı. Naftalin kokusunun genizleri yaktığı bir oturma odası, pancurları hep kapalı duran ve artık odun istiflemek için kullanılan bir çalışma odası vardı. Eskimiş deri kokan sandık odası, çizmelerle, botlarla, kadın ayakkabılarıyla tıka basa doluydu, iki merdivenle üst katlara çıkılırdı.

Bu kadarı kesen koridorlar, toz bulutlan içinde kaybolmuş öte beriyle dolu ve artık hemen hiç kullanılmayan bir yığın odaya açılırdı. Bu odalardan birinde kardeşimle beraber yatardık. Dört köşesinde sütunları olan karyolalarımız vardı. Dergilerden kesilmiş ve beceriksizce çerçevelenmiş resimler süslerdi duvarları. Evin en canlı, en yaşam dolu yeri, bodrumun derhal yansını kaplayan mutfaktı. Sabahlan kahvaltımı mutfakta ederdim: Sütlü kahve ve çavdar ekmeği. Tavana yakın pencerelerden, tavukların çalımlı çalımlı dolaşışı görülürdü. Hindiler kabara kabara dolaşır.